Niyeti Bozan Tasarımcı

Bu bir niyet okuması! Grafik tasarım iş ilanları üzerinden tasarımcı ve işverenin niyetleri üzerine bir metin.

Sener Soysal
15 min readJul 27, 2022

--

Bu metni “Niyet Konuşma Serisi” için geçen yıl hazırladım ve sundum. Konuşmam Youtube’da mevcut ve aynı zamanda Niyet kitabında da yer alıyor. Burada da serinin yaratıcısı Orta Format’ın izni ile yer veriyorum.

Bugün bahsedeceklerimin tamamı bir niyet okuması. Bu kavram bizde hep olumsuz bir şeymiş gibi düşünülür. Ancak daha önceki konuşmada Tanıl Bora’nın ifade ettiği gibi “Niyet okumak anlamanın ya da anlamlandırmanın bir parçası.” Bir kişinin söyledikleri ile yaptıklarının tutarlı olup olmadığını hem eylemlerinden hem de sözlerinden anlamaya çalışırız. Yine de niyet okumayı iki şekilde yapabiliriz: Anlamak ya da komplo teorileri üretmek için. Seçtiğim başlığın anlamı da, nereden baktığınıza göre değişebilir.

Konu, işverenlerin grafik tasarımcı iş ilanları. Bu ilanları incelemek, iyi niyetle tekrar eden sorunlu durumları ortaya koymak ve anlamlandırmaya çalışmaktı amacımız. Bizi bu incelemeye iten ise çevremde pek çok kişinin bu konuda şikayet ve sitemleri olması, bu konunun sosyal medyada bolca tartışıldığını görmem ve tabii ki saçma ilanlar üzerine mavra yapmayı sevmem. Örneğin, “Tecrübeli yeni mezun” arayan ilan da, “37 numara ayak numarasına sahip tasarımcı/sosyal medya uzmanı” arayan da gördüm. 37 numara talep edenin niyetinin bir fetiş değil de fotoğraf çekiminde de tasarımcısını kullanmak istemesi olduğunu düşünmek istiyorum. Ancak neye niyet edildiğini de bilmemizin yolu yok. Benim kişisel olarak yapmaya çalıştığım ise; hem iş ilanlarına başvurmuş bir tasarımcı, hem de iş ilanı veren bir tasarım stüdyosu kurucusu olarak adil ve hakkaniyetli davranmaya niyet etmek.

Yine de niyetimizin kötü olmadığına, komplo teorileri üretmediğimize de hem sizi hem kendimizi ikna etmek isterim. Çünkü bizim de sorguladığımız bir şeydi bu: Anlamlandırmaya mı çalışıyoruz, yoksa geçmiş tecrübelerimizin getirisiyle art niyetli ve düşmanca mı yaklaşıyoruz? Bu nedenle farklı deneyimlere sahip üç kişi bu incelemeyi yaptık. Biri bendim, on yıl deneyimim ve tasarımcı & işveren rolüm ile. İkinci kişi, ortağım Fatma Karslıoğlu, o da aynı şekilde uzunca bir süre hem ajans hem kurumsal tarafta, farklı işyerlerinde bulundu. Üçüncü kişi ise o dönemki çırağımız Sena Topaloğlu idi. Henüz mezun olmamış, piyasayı ve şartları tanımaya çalışan bir insan. Dolayısıyla üç farklı bakış açısıyla inceleme fırsatımız oldu.

İş ilanlarını taramak için, @ajans.hayvanlari isminde, bu konudaki ilanları paylaşan bir Instagram hesabını takip ettik. 2020 yılının Ocak ve Mart ayları arasında burada yayımlanan ilanların metinlerini inceledik. Akademik olmasa da kendi içinde tutarlı olmasına özen gösterdiğimiz bu incelemede bazı pattern’ler yakaladık. Komik çok şey var ama, bazı kelimeler, ibareler farklı iş ilanlarında da tekrar ediyor. Biz de daha çok bu kısma odaklandık, çünkü bir niyeti ifade ettiği kanaatindeyiz. Burada, ufak bir ekleme ile niyet ve Kayserililik konusunu dahil etmek isterim. Çünkü düşünülenin aksine Kayserililerin niyetlerini çok açık ifade ettiğini düşünürüm. Örneğin, “Kayseriliye bir malın fiyatı ne diye sormuşlar. Alırken mi, satarken mi demiş.” Çok açık biçimde alış ve satış fiyatlarında farklı niyetleri olduğunu beyan etmiş oluyor. Ancak çoğu işveren ve çoğu ilanda gördüğümüz şey bu niyetlerin fazlasıyla kapalı olması. Birtakım beklentiler var ama bunlar bazı cümlelerin altına sıkıştırılmış durumda.

Bu girizgahtan sonra, iş ilanlarını başlıklar halinde inceleyebiliriz.

Her şey olsun istemek

Sanırım bu, artık herkesin bildiği ve kabullendiği konu. İş ilanı açarken talepler, galiba açık büfeden yiyecek alma güdüsüyle aynı: “Para verdik, tabağı tıka basa dolduralım.” Pek çok ilan, pek çok farklı ünvana sahip kişinin yapması gerekeni tek bir kişide toplamaya çalışıyor. Ancak bu da tıpkı açık büfedeki gibi ürün kalitesi ve sağlık konusunda soru işaretleri yaratıyor.

Bir ilana bakalım: “Offline tasarımda deneyimli, baskı süreçlerinde gerekli içeriği hazırlayabillen, After Effects programına hakim, video-montaj konusunda bilgi sahibi olan, dijital dünya ve sosyal medya dinamiklerine hakim, kreatif davranarak özgün çalışmalar üretebilen” bir art direktör arıyorlar imiş. Yani farklı farklı alanlarda olması gereken elemanlar tek bir ilana sığdırılmış. Marka kimliği yaratmak ile var olan bir kimliği sürdürebilmek ayrı beceriler ve yetkinlikler gerektiriyor. Basılı işler yapan birinin sosyal medyadaki önemli noktaları, dijital işler yapanın da matbaa kurallarını bilmiyor olması mümkün. Hadi onu geçtim, grafik tasarımcı hareketli tasarım/animasyon yapacak diye bir şey yok, motion designer diye de bir ünvan var. Peki UX designer’ları nereye koyacağız? Her tasarımcı yapabiliyorsa, UX için niye uzmanlaşıldı? Düşünsenize, font tasarımcısı var ve işi sadece font tasarlamak. Olamaz mı? Ancak anlaşılıyor ki, ilan verenler için uzmanlaşma pek geçerli akçe değil. Kişisel olarak pek çok alana meraklıyım. Müşterilerimi anlamak ya da yönlendirebilmek için dahi fikir sahibi olmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Ama araba sürebiliyor olmam tır da sürebileceğim anlamına gelmez. Evet o da taşıt, ama farklı dinamikleri var. Velhasıl fikir sahibi olmak güzel olsa da uzmanlık başka şey ve birden çok uzmanlığı bir arada talep etmek pek doğru değil.

Hadi diyelim ki, işverenin niyeti iyi. Bu şartların tümünü sağlayan yetkinlikte birine iş vermek istiyor. Peki aynı niyet maaş konusunda da geçerli mi? Zaten bu kadar beceriye sahip birine önerileceğini tahmin ettiğim, asgari ücretten hallice maaşlar işi absürdleştiriyor. Niyetin bozulduğunu ilandan anlamasak bile, bu kadar talebin karşılığı olarak düşünülen parasal miktardan anlayabileceğimiz kanaatindeyim.

“Tercihen” ve ötesi

İlanlarda sıkça geçen ve ikinci sıradaki kelimemiz ise “tercihen.” İnsanın içini açan, niyetini hissettiren başarılı bir kelime. Şöyle anlatayım, belli bir beceriye sahip birinden farklı şeyler de bilmesi tabii ki istenebilir. İyi pizza yapabilen bir şef, iyi kokteyl de yapabiliyorsa ne güzel! Bir grafik tasarımcının da farklı alanlarda bilgi sahibi olması, hem kendisi hem de çalıştığı firma için güzel bir durum. Hatta şef gibi iyi pizza yapabilen bir tasarımcıyla çalışmak da güzel olurdu. Böyle bir durum da ilanda “tercihen” ibaresiyle belirtilebilir.

Sorun şu ki, ilanlarda pek çok özellik yazılıp başına “tercihen” ilave etmenin bir formüle dönüştüğünü anlıyorum. Her şeyi isterken iyimser bir görünüş yaratmayı sağlıyor bu kelime. Neticede pek çok şey ekleyip o açık büfe tabağa kat çıkmaya çalışılıyor. Bu nedenle bir ilanda defalarca “tercihen” kelimesi tekrar ediliyorsa, artık onun iyi niyeti sorgulanır hale geliyor benim için. Şöyle bir talep komik olmaz mıydı?: “Sanatla ilgilenen bir sevgili arıyorum. Tercihen renkli gözlü, tercihen uzun boylu, tercihen kaslı, tercihen zengin.” Bu ilana bakınca, ilan verenin sadece sanatla ilgilenmediğini, ayrıca ne tuttursa o kâr diye düşündüğünü anlıyoruz. Yanılıyor muyum?

Tasarım yönü gelişmiş tasarımcı aramak

Üçümüz bu ilanlar üzerine konuşurken oldukça dikkatimi çeken ve tam olarak anlayamadığım bir diğer kalem de “tasarım yönü gelişmiş” tasarımcı arayan ilanlardı. Yine bu da ilanlarda kendine yer bulabilmiş, tekrarlanan bir ifade idi. Bunun beyhude bir ifade olduğunun farkındayız, değil mi? Mesela “Ehliyetli şoför arıyoruz.” demek gibi. Ya da “insansız selfie” gibi. Hiçbir tutarlılığı ve mantığı olmayan bir ifade.

Bu ifadenin neden kullanıldığını da, işverenlerin niyetinin ne olduğunu da gerçekten anlayabilmiş değiliz. Açıkçası bunu anlayamadık ama anlamlandırmak için bir uğraşımız oldu. Öncelikle problem eğitim ile ilgili olabilir. Tasarım eğitimi verilen okullarda eğitim kalitesinin düştüğüne inanılmaktadır ve bu nedenle tasarım konusunda kendini geliştirip diğer öğrencilerden sıyrılabilmiş kişileri bulmaya çalışılmaktadırlar. İkincisi, bu işverenlerin ya da ilanı hazırlayanların Türkçesi kötüdür. Dolayısıyla “tasarımcı yönü gelişmiş tasarımcı” gibi beyhude bir ifadeyi kendi Türkçe bilgilerinin yetersizliği nedeniyle kullanmaktadırlar. Belki bir üçüncüsü, aradığı kriterlere göre verebilecekleri maaş çok düşük olduğu için yeni bir formül bulmuşlardır. Gerçekten iyi bir tasarımcıya ayırabilecek bütçeleri yoktur, bu nedenle potansiyel içinde tercihen tasarım becerisi yüksek bir grafiker arıyorlardır. Dediğim gibi, bunlar da bir niyet okuması, biz kesin nedeni bilmiyoruz. Ama umarım, ilanı yazanlar da niyetlerinin ne olduğu üzerine bizim kadar düşünmüşlerdir.

Buraya bir de Sena’nın ısrarlı talebini eklemeliyim. “Yaratıcılık, yeni fikir bulabilme” benzeri talepler de ilanlarda sıklıkla kullanılıyor ve Sena da haklı olarak bunun “kreatif direktör”ün işi olduğunu söylüyor. Haklı olmakla beraber, ben artık bunu sorgulamayı uzun zaman önce bıraktığımı fark ettim. Ne yazık ki.

İşini seven aramak

Bir de “işini seven, hevesle yapan” tasarımcı isteği var. Bunun iyi bir niyet olduğu belli, hepimiz herkesin işini keyifle ve severek yapmasını istiyoruz. Ancak burada da ülke sorunları niyeti de karıştırıyor. Zaten yeterince gelir adaletsizliği var. Sosyal haklar gaspediliyor, insanlar istediği bölümlere kolaylıkla giremiyor. Bunları da geçtim, gündem sürekli insanın ruhunu eziyor. Pek çok insan işinden mutsuz, hevessiz, gönülsüz, isteksiz. Bu insanlar marketlerden büyük şirketlere geniş bir ölçekte karşımıza çıkıyor. Sonuç olarak işini seven tasarımcı arayan işverenin niyetini anlamak için şu soruyu sormak gerekiyor: Peki siz çalışanınızın işini sevmesi için ne yapıyorsunuz?

Umarım tasarım bölümlerinden mezun olan ya da benim gibi farklı lisans eğitimleri sonrasında tasarımı seçen meslektaşlarımızın olabildiğince yüksek bir oranı işini severek yapıyordur. Bir işi severek yapmak hem iş kalitesini artırıyor, hem de iş yapana bir külfet olarak görünmekten çıkıyor. Tabii ki bunun optimum koşullar için geçerli olduğu da hatırlatmakta fayda var. Bu koşullar sağlanamıyorsa iş sevme, yaratıcılık, kalite beklemek zor. Bazen maddi şartlar o kadar zorluyor ki, bir işi severek yapmaya takati kalmıyor insanların.

Bazen yine ilanlarda gördüğümüz “uzun ve esnek çalışma saatlerine uyum sağlayacak” çalışan isteği de bunun bir devamı. Niyet olarak hep çalışanın esnemesi üzerine kurulu. Siz çalışan olarak çalışma saatlerini esnetip, “Madem esnek, o zaman bu hafta az, diğer hafta çok çalışayım.” diyemiyorsunuz. Hep ortalama saatlerin üstüne bir esneme isteniyor. Ancak esne esne, sonunda kırılıyor insan. İşverenlerin uygun ortamı sağlamadığı bir yerde işini seven herhangi meslek mensubu bulmak kolay değilmiş geliyor.

Ezcümle, sıklıkla karşımıza çıkan, tekrarlanan cümleler/tanımlar bu şekilde idi.

Ekstra: Ufak tefek cinayetler

Yukarıda bahsettiğim konular, ilanlar arasında benzerlik gösteren ve tekrarlanan cümleler/tanımlardı. Geçmişe doğru ciddi bir akademik araştırma ile, daha net verilerle ilanların durumunun ortaya çıkabileceği kanaatindeyim.

Öte yandan ilanlar arasında benzersiz detaylar da mevcut. Bunlara diziden ilhamla Ufak Tefek Cinayetler demeyi uygun gördük. Bir an okuyunca insanı şaşırtan, kaşların çatılması ile gülme arasında duygu değişimi yaratan talepler var. Bunları da es geçmeden paylaşmak istedim:

“Mac kullanan Graphic Designer”

“Pro-Intern Art-Director Arıyoruz”

“…Stajyer Art Direktör Aranıyor! Zamanla karakteri ve işleriyle göz doldurup kadrodaki yerini alacak…”

“Yalnızca verileni olduğu gibi yapan değil; yeni fikir ve tasarımlar geliştirme hevesinde olan…”

“Erkek adayların şafak sayımını bitirmiş olanı”

“Whatsapp ile son derece haşır neşir sosyal medya uzmanı…”

“Tasarımcı grafiker arıyoruz.”

“En az 1 yıl ajans deneyimi olan ya da bu deneyimi portfolyosu ile gösterebilecek…”

“Portfolyosu iletilmeyen başvurular dikkate alınmayacaktır.”

“Bireysel yetenekleri yüksek bir takım oyuncusu olan…”

“Elinden ve gözünden iyi işler geçmiş…”

“Tasarıma da uygulamasına da güvenen…”

Buradaki cümleler şunun için önemli. Zaman içerisinde tekrarlanan yapılara dönüşüyor ve bu yapılar giderek kabulleniliyor. İşverenler bahsettiğim ilanları incelediğimiz @ajanshayvanları gibi hesaplardan bu ifadeleri kopyalayarak aynı metinleri kullanmaya devam ediyor. Haliyle dışarıdan bakan birisine de zaten olması gerekenin bu olduğunu düşündürdüğünü, onu böyle bir niyete soktuğunu düşünüyorum. Yani doğruyu da yanlışa dönüştürmesi çok olası.

İki gelir araştırması: Bigumigu ve Reed

Bu konunun üzerine, Bigumigu’nun gelir araştırmasına da bakmanın faydalı olduğunu düşünüyorum. En son 2020 yazında paylaştıkları araştırma sonucuna göre bir grafik tasarımcının ortalama maaşı 2018’de 3250 TL, 2019’da ise 3875 TL’ye çıkmış. Buna karşılık enflasyona göre reel artış ise -%5.7. Yani zama rağmen emeğin kaybı söz konusu.

Benzer bir gelir araştırmasını İngiltere’de Reed isimli bir şirket yapıyor. Onların araştırmasına göre, grafik tasarımcının 2020 için ortalama yıllık geliri 34500 pound. Asgari ücrete ve alım gücüne göre kıyasladığımızda zaten uçurumlar ortaya çıkmış oluyor. Ancak bunun üzerine ben yine İngiltere’deki iş ilanlarını paylaşmayı tercih ediyorum. Artık bir ayağım Londra’da olduğu, burada da yaşamaya başladığım için, bu ilanları daha dikkatle inceleme fırsatım olduğunu belirlmeliyim. Londra’daki benzer iş ilanlarında, işverenler beklentileri ve karşılığında verilecek olanları çok net biçimde söylemeyi tercih ediyorlar. Bir çalışanın nasıl bir yöntemle işe alınacağı, ne kadar maaşı olacağı, ne kadar izin kullanacağı ilanda yazıyor. Ya da incelediğimiz ilanlardaki gibi “tercihen” gibi talep gizleyen ya da garipsememize neden olan havalı başka kelimeler geçmiyor. Yani aslında neye niyet ettiklerini çok net biçimde ifade ediyorlar. Olması gereken de bu. Çok net iş ilanları Türkiye’de de olsa, büyük ihtimal biz bu konuşmayı yapmıyor olacaktık. Var olan üç beş ilan da münferit olmaktan öteye gitmeyecekti. Ama şu an iş için gereklilikleri konuşmayıp, ileride sorun yaşamamak için işverenin niyeti üzerine düşünüp duruyoruz.

Peki ya tasarımcının niyeti?

Buraya kadar bahsettiğim her şey işverenin niyeti üzerine idi. Ki sanıyorum, bu konuda ciddi fikir sahibi olduk. Bununla beraber, niyetinin iyi olduğunu gösteren, mantıklı ve rasyonel şirketler de elbette var. Onları da tabii ki yadsımamak lazım. Ancak sürekli karşımıza çıkan olumsuz örnekleri anlamlandırmanın, gelecek için önemli olduğu da kesin.

Şimdi biraz da terazinin öteki ucundaki çalışanın/iş arayanın niyetine girelim. Bu ilanları görüp tepki gösterenler kadar, tepki göstermeyen de çok insan var. Bu tip ilanları sosyal medyada gördüklerinde ne hakla böyle taleplerde bulunulduğu söyleyen ve itiraz eden arkadaşlarım, insanlar var. Ancak kabul edenlerin sayısı da azımsanmayacak noktada. Çünkü sektörel durum içerisinde iş arayanın şöyle bir niyette olduğunu düşünüyorum: “Ülke şartları malum, aşırı rekabet var. Çok fazla mezun var. İşverenlerin yaklaşımı belli. Ücretsiz stajyerlik, tecrübe şartı vs. Dolayısıyla bir ucundan başlayıp, CV’mde referans göstereyim, tecrübe kazanayım.” Dolayısıyla net bir kabulleniş var. Öğrenilmiş çaresizlik diyebileceğimiz bir noktada. Niyetimiz iyi ama, şartları düşündükçe “Yeter ki bir yere gireyim, gerekirse altı ay-bir yıl sürünürüm ama sonra hayatım normalleşir.” düşüncesi yerleşiyor. Ancak bunun da tam olarak niyetlenildiği gibi bir sonuca varamayacağını düşünüyorum. Bu mecburi işbirlikçilik aslında tüm yapıyı kökten dönüştürüp kötüleştirmeye başlıyor. Dediğim gibi bu sadece tasarım ya da reklam değil, pek çok alan için böyle. Ülkenin şartları ve rekabetçi tutum, her şeyin çıtasını aşağı çekiyor. Özellikle işbirlikçi kelimesini kullandım, çünkü aslında iş arayan da işverenin niyetine ortak oluyor. Sanmıyorum ki insanlar, az önce konuştuklarımız üzerine, işverenlerin niyeti üzerine hiç düşünmemiş olsun.

Sosyal tasarım konusunda makalelerin yer aldığı Tasarlanacak Ne Kaldı isimli kitaptan bir alıntı eklemek istiyorum. Burada farklı bir konu üzerinden benzer şekilde bir işbirlikçiliğe bir atıf var. Tabii işbirlikçi de niyet gibi kötücül düşünülen bir kavram. Kitapta da zaten Nazilere yardım eden Fransızlar işbirlikçi olarak tanımlanıyor. Yani savaşta karşı tarafa geçip düşmanla haince işbirliği yapan kişiye deniyor. Devamını ise kitaptan alıntılayayım: “Tasarımcılar olarak bizler içinde bulunduğumuz sosyal duruma egemen olmalıyız. Nasıl yapabiliriz de en beter güç asimetrilerini bertaraf eder ve mevcut güçlerin vurgulanmasını sağlarız? İşbirliği bir etik problem, bir mükafat, kendini adama ve bir dayanışma problemi. İşbirliği örneğin, bir kesimin kısa ya da uzun vade için bir kesimin egemenliğini kabul etmesi ya da dayanışma ile prestijini artırması anlamına gelebilir. Hep bir asimetri söz konusudur ve biz tasarımcılar genelde galip geliriz. Otoritemizle büyük sorumluluk da bize aittir. Dikkatli olmalı, çok düşünmeli ve kendimizi eğitmeliyiz. Aksi takdirde işbirliğimiz belirsiz bir müellifliğin ve sorumluluğun bulanıklaşmasından öteye geçemez. Hem takdir toplamak, hem de eşzamanlı olarak sorumluluktan kaçmak istiyoruz.” Şu an bizde yaşanan durum da bu paragraftan çok farklı değil. Bir yandan kabulleniyoruz, bir yandan işbirliği yapıyoruz, bir yandan itiraz etmemiz gerekiyor…

Konuşmanın başında bahsettiğim optimum şartlarda olmadığımızda, bir şeylerin kırılması ve dönüşmesi de zorlaşıyor. Dolayısıyla konuşmanın buraya kadar olan kısmında bir suçlu aramak istersek kolaylıkla işvereni de, iş arayanı da suçlayabiliriz. Ancak bunların hiçbiri doğru çözüme götürmüyor bizi. Bizim yapmamız gereken, daha eşit şartları sağlayabilmek, insani çalışma ortamını oluşturabilmek, yani bu döngünün kırılmasını sağlamak. Nihayetinde iş ilanlarının daha temiz, net, doğru beklentiler üzerine kurulmasını sağlamak bile değişim için öncü olabilir. Devamında ise çalışma sürelerinden emeğe verilen saygıya kadar, her şeyin niyetinin iyi bir noktaya gelmesi gerekiyor.

Daha önce bir müşterim, “Siz de çok emek verdiniz, hakkınızı helal edin.” demişti. Bu ifade de kulağa çok iyi niyetli gelse de, oksimoron ifadelerden çok farklı gelmiyor. Çünkü bir emek verdiyseniz bunun bir karşılığı olmalı ve burada maddi bir gelir elde etmek amacıyla gerçekleştirilmiş biri iş var. O müşterinin helallik istemesi, benim kiramı aynı hellallikle ödememi sağlamıyor. Helallik çerçevelenip bir NFT’ye ya da geçer akçeye dönüşürse ileride, o zaman tekrar konuşabiliriz.

Tüm bu konuşmayı grafik tasarım üzerinden kursak da, görsel sanatların tümünde benzer durumların yaşandığını da tekrar hatırlatmak isterim. Yakın zamanda Linkedin’de gördüğüm bir paylaşımda yeni mezun mimar bir hanımefendi, bilindik bir mimarlık ofisinin kendisine 1750 lira maaş önerdiğini yazmıştı. Asgari ücretin bile tartışılması gerektiği şu anda, bu maaşın önerilmesi bile sistemdeki sorunları ve niyetleri anlatıyor diye düşünüyorum.

Bununla beraber, görsel sanat alanındaki bu karmaşanın, mühendislikle ilgili bir alanda da geçerli olup olmadığını ayrıca sorguluyorum. Örneğin elektrik mühendisliğini düşünelim. “Elektrik mühendisliği mezunu, ama aynı zamanda makine mühendisliğine de yatkın, elektrik yönü kuvvetli bir elektrik mühendisi aranıyor.” diye bir ilanla bol talepli bir niyet ortaya konuyor mu? “Satışı da yapar, pazarlamaya da bakar, muhasebeyi de tutar.” Ya da “Elektrik alabileceğimiz elektrik mühendisi arıyoruz.” şakası yapılıyor mu? Bu sorun sadece görsel sanatlarda mı? Mühendislik gibi matematiksel bir iş yapılmayınca mı her şeyi talep etmek reva görünüyor? Bunun net bir cevabı maalesef bende de yok.

Bu konuların hepsi için dönüp dolaşıp geldiğimiz yerin örgütlenme olduğunu düşünüyorum. Geçen sene, pandemi sürecinde yaptığımız Ortanormal konuşma serisinde de güvencesizlik ve alternatif örgütlenme modellerini konuşmuştuk. Çok faydalı ve yararlı farklı pencereler açmıştı. Dönüp buna baktığımda, hep aynı şey karşıma çıkıyor: Bir, güvencesizlik var ve bu güvencesizlik kabullenmeye yol açıyor. İki, örgütlenme yok. Bu kelimeden korkuyor isek, adına Bager Akbay’ın önerdiği gibi kurumsallaşma ya da başka bir kelime de kullanabiliriz. Temelde bir araya gelemediğimiz için sürekli kabullenişlerle süreç devam ediyor. Her zaman bu örneği veriyorum: AICA Türkiye’nin sanat yazarları için hazırladığı fiyat listesi, kimisine göre eksik ve yetersiz olsa da, sanat dünyası içerisinde yazım ve içerik üretimi ile ilgili belli sınırları oluşturdu. Yaptırım gücü olmamasına rağmen, sanat kurumlarını bir hizaya soktuğu kesin. Bunun benzerini Grafik Tasarımcılar Meslek Kuruluşu’nun (GMK), Reklam Vakfı’nın da yapması; benzer şekilde diğer sektörlerdeki kurumların da çalışması ve çözüm üretmesi gerektiğini düşünüyorum. Herkesin uygulayıp uygulamaması tartışılır, ama AICA örneğinde olduğu gibi kabullenmeleri yıkmak için iyi niyetli bir hareket yaratacağına inanıyorum. Bunları yapmadığımız/yapamadığımız süreçte de ilanına 37 numara ayak numarası bile yazabilecek insanların çıkacağından neredeyse eminim. Kırık bir penceresi olan binadaki diğer pencelerin de zamanla birileri tarafından kırılması, bunun normal görülmesi gibi…

Konuşmamı, konuyla alakalı ve eğlenceli bir son ile bağlamak isterim. İşverenlerin talepleri ve bunun karşısında iş arayanlara vermeyi vaat ettikleri maddi ve manevi karşılık, bana Ferhan Şensoy’un Boş Gezen ve Kalfası dizisini hatırlatıyor. Sanıyorum 25 yıl kadar önce çekilen dizi Youtube’da var. İlk bölümünde Şensoy ile kalfası Rasim Öztekin arasında geçen bir diyaloğun hayranıyım. Kalfası gün boyu it gibi çalışmaktan şikayetçi. Sonunda hep avans alarak parayı yetiştirmeye çalıştığından, aybaşı geldiğinde paranın anında bitip yine avansa çalıştığından bahsediyor. Ferhan Şensoy’un karakteri boş gezen ise buna karşı çalışmanın anlamsız olduğunu söyleyip ekliyor: “Ben bu yüzden işi bıraktım. Aldığım para yol parasına gidiyordu. E o işe gidip gelmenin parasını ödemek için ben her gün niye işe gideyim? İşe gitmezsem, o gider sıfır. Ne kâr, ne zarar. Hatta kârdayım ruhen. Yorulmuyorum, başım dik. Sabancı benden daha dertli!” Şu an için bu diyaloga çok uzak olmadığımızı düşünüyorum. Ama umarım, bu konuşmaya, metne, bu diyaloğa gülerek baktığımız zamanlar uzak değildir.

Bonus: Katılımcı yorumları ile ek niyet okumaları

Normalde konuşmanın yukarıdaki gibi bitmesi ve bir soru-cevap kısmı olması gerekiyordu. Ancak çevrimiçi konuşma alanı hiç beklemediğim şekilde uzun ve nitelikli bir diyalog ortamının kapısını araladı. Bu nedenle, metne soru cevap kısmında gelen yorumlara dayanarak bazı eklemeler yapmanın, metnin niyetini de güçlendireceği kanaatine vardım.

İlk olarak, şöyle bir çıkarımda bulunmak gerektiğini düşünüyorum: İşverenin niyetini şekillendiren şeylerden biri, işi yapan tasarımcının niyeti. İş ilanı beklentilerindeki büyük taleplerin kaynağı da bir noktada çalışanın tutumu ile ilişkili. Bunu bir suçlu aramak için söylemiyorum, ancak teşhis için kendi hatalarımızı da görmekte fayda var. Konuşma sırasında Esen Karol’un fiyatlandırma ve haklar konusunda meslek kuruluşlarının önemli bir sorumluluğu olduğunu, ancak meslektaşlarımızın bunu talep etmemesinin ilginç olduğunu belirtmesi önemliydi. Özellikle dijital devrim sonrası aynı hizmetin çok pahalıya olduğu gibi çok ucuza da sağlanabilmesi, yine tasarımcıların kendi değerini düşürmesinden başka bir şey değil. Yani emeğin maddi karşılığı ve işveren nezdindeki değeri sarsılırken, işverenin bunu çıkar niyetine uygun şekilde kullanması da anlaşılır bir durum. Ancak genel ölçekte böyle bir farkındalık ve kabullenmenin henüz gerçekleşmediğini düşünüyorum. Çünkü kabullenmeye niyet edildiğinde, çözüm talep etmeye de başlanabilir.

Burada önemsediğim bir diğer konu da şeffaflık meselesi. Daha doğrusu şeffaf olunmaması, opak duruş. Bahsettiğim asgari fiyatların belirlenememesi, iş yapış süreci ve bütçeler üzerine beraber konuşulmaması da ortamı opaklaştıran durumlar. Böyle yapıldığı için mi şeffaflık azalıyor, yoksa şeffaflık azaldığı için mi böyle yapılıyor, emin değilim. Ancak yine Esen Hanım’ın özellikle sanat alanında bahsettiği, önemli kurumların sergilerinde bile paydaşların hangi ölçeklerde çalıştığının paylaşılmaması; kiminden gönüllülük beklenirken, kimine büyük bütçeler ayrılması durumu çok çarpıcı. Kültür sanat alanındaki bu önemli kurumlar bile böyle bir davranış sergilerse, sanat aktörlerinin değerinden nasıl bahsedilebilir? Öte yandan büyük kurumların opaklığı, tasarımcılar ya da ekipler arasında da benzer bir katılıkta. Fiyatlar, bütçeler konuşulmuyor. Günün sonunda meslektaşlar olarak da birbirimize kapalı olduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Kapalılık, tartışmanın ya da niyeti anlamlandırmanın bile önüne geçiyor. Niyet ifadesini duysak, belki neye niyet edildiğini de anlayabiliriz. Bu opaklıkta hem bir tercih, hem de bir dayatma olabiliyor. Örneğin Eda Yiğit’e bir kurumda çalışma koşulu olarak maaşını diğer iş arkadaşlarına söyleyemeyeceği belirtilmiş. Dolayısıyla Yiğit’in şu sorusu da önemli diye düşünüyorum: “Bunu aşmanın yolu şeffaflık ama burada örgütlülük ve dayanışma nereden kurulmaya başlanabilir?”

Ve ücretsiz iş yapma konusu. Esen Hanım’ın burada söylediği söz, durumun en net özeti: “Ücretsiz olabilir, ama karşılıksız asla!” Bir çalışmada verilecek karşılık para yerine takas olabilir. Maddi değer yerine yapılan kitaptan kopyalar, edisyonlu bir eser, restoransa yemek bile olabilir. Ama herhangi bir karşılık olmadan bir iş yapılmamalı. Ne mutlu ki, hep düşündüğüm ve böyle taleplerde dilimin döndüğünce açıkladığım mevzuyu, artık tek bir cümle ile ifade edebiliyorum: “Ücretsiz olabilir, ama karşılıksız asla!” Bu netliğin, karşı tarafta daha kolay anlaşıldığını da fark ettim. Bu nedenle daha fazla hatırlamak, daha fazla söylemek gerektiğine inanıyorum. Ancak bununla beraber, ülkemiz bizleri bazı konularda sorumlu hissettiriyor ve dayanışmanın bir gerekliliği olarak emek vermek gerekebiliyor. Didem Dayı’nın söylediği gibi, birtakım hak temelli ve dayanışma amaçlı toplulukların da tasarıma ihtiyacı olduğunu unutmamak ve bu topluluklara destek vermek gerekiyor. Fotoğrafçı hocam Orhan Cem Çetin’in bu konudaki formülü ise şöyle: Her yıl kendi belirlediği kadar projeye gönüllü destek oluyor. Bazen tiyatro oyunu, bazen bir kitap kapağı. Bu projeler doğrudan gelebilir ya da teklifi kendisi götürebilir. Önemli olan koyduğu sınırlar içinde, sadece kendi istediği projeler için manevi tatmin duygusuyla çalışabilmesi. Manevi tatmin de her paydaş bunun farkında ise geçerli olabilir sanıyorum.

Son olarak, çok önemsediğim bir konu ile bitirmek isterim. Herkesin tasarım kültürünü geliştirerek bu alanda daha fazla bilgi sahibi olmasını sağlarsak, daha güzel tasarımlar göreceğimize inanıyorum. Bunu Didem Dayı’nın özellikle destek olduğu STK’lar için yapması takdir edilesi. Didem Hanım, burada -tasarımcı olsun olmasın- insanların bir şekilde görünür olmak için Canva gibi tasarım platformlarından üretim yaptığını, kendisinin de bunu daha iyi yapabilmeleri için eğitim verdiğini söyledi. Bunun mesleğin altını oymak olmadığını, tam tersine daha çok insanın tasarım üzerine konuşabilmesini sağlayacağını düşünüyorum. Çünkü bir şekilde bir yerlerde tasarımlar, kartvizitler, sosyal medya postları yapılmaya devam ediyor. Hepsini profesyonel ve nitelikli tasarımcıların yapmasına gerek yok (Karşı kaldırımdaki mefruşatçının mesela, bana ihtiyacı kesinlikle yok!) Haliyle tasarım üzerine bilgi sahibi olmak, neyi kimden beklemek gerektiği konusunu da çözebilir. Esen Hanım’ın dediği gibi belki de “Özgürleşmemiz, herkesin grafik tasarımcı olmasından geçiyor.”

“Niyet” kitabının geliri Orta Format’ın yeni güncellemelerinde telif ödemeleri için kullanılacak. Çünkü Orta Format kar amacı gütmeyen bir yayın. Satın alarak katkı sağlamak isterseniz ortaformat@gmail.com’a mail atabilirsiniz.

--

--