Yoldan Çıkan Tasarımcı

Her şeyin başı yola çıkmak olsa gerek. Konuşmanın adını da “Yola Çıkan Tasarımcı” diye düşünmüştüm, ama çıktığım yol tasarım değildi. Üniversite sınavında bunu başaramadım ve YTÜ Makina Mühendisliğine girdim. Lisans eğitimim boyunca da mühendislikten çok grafik tasarım ve fotoğrafla ilgilendim. Ama benim için hala hobi düzeyinde idi.

Sener Soysal
7 min readOct 10, 2022

--

Bu metni Taşkışla Design Lab’in organize ettiği “Girişimciler Sahnede” etkinliği için hazırladım ve sundum. Burada da metin olarak paylaşmak istedim. Daha önce hazırladığım “Niyeti Bozan Tasarımcı” ile beraber yan anlamlı başlıklarımın ikincisidir.

Merhaba.

2011’de freelance işler yapmaya başladığımda bile tasarım hala bir hobiydi diyebilirim. Rastlantısal olarak gelişen durumlar sonucu birşeyler yapmam isteniyor ve bunun karşılığında para veriliyordu. (Bazen barter yaptığım da oluyordu, Taksim’de bir bar için hazırladığım bazı tasarımların karşılığı alkol ile ödeniyordu mesela.) Bu şekilde çalışmaya devam ederken zamanla müşterilerin ve beklentilerin çeşitliliğini görmeye başladım ve bir süre sonra şunu sorgulamaya başlamıştım: Keyifle ve sürekli bunu yapabilir miyim?

Bir taksi şoförünü düşünelim. Yaptığı işi teknik olarak ehliyeti olan bizler de yapabiliyoruz. Ama iş sadece taksiyi sürmek değil. Bunu 8 saat boyunca yapmak, her türlü müşteriyle iletişimini belli bir saygı çerçevesinde tutmak, çevresini tanımak, yolları öğrenmek, aracının bakımını yapmak. İdeal bir taksiciden bahsediyorum. İstanbul’da bulmak zor. Ama ben de ideal bir tasarımcı olmak istiyorum.

Yoldan ilk çıkışım: Mühendisliği, plazayı/fabrikayı, yemek kartını reddetmek.

Grafik tasarımın benim için meslek olmasına karar verdim. Çevreme göre ilk yoldan çıkmam budur diyebilirim. Çünkü mühendislik diplomamı alıp mezun olmuştum zaten ve pek çok insanın hayal edeceği bir şekilde kurumsal bir şirkette kariyerime başlamam çok olasıydı. Arçelik’te uzun dönem ar-ge stajı yapmıştım ve orada çalışmaya devam edebilirdim. SGK, iyi bir maaş, sağlık sigortası, servis. (Yol yemek sgk:) Kaçar mı? Haliyle yoldan çıktığım düşünüldü. Oysa ben kendi yolumu bulduğuma inanıyordum. Neticede herkesin beklenti ve algısı farklı. Ben kişisel olarak tasarım her türlüsüyle ilgilenmeyi seviyorum, görsel şeyler büyük bir keyif. Ve doğal olarak bu benim için bir külfet değil. Öte yandan iyi bir mühendis olabilsem de severek yapabileceğimi hiç sanmıyorum.

T Cetvelim ile geç de olsa vedalaştığım gün, yıl 2019. Artık o da ben de özgürdüm.

Yapmak istediğim iş ile ilgili bir bölüm okumayı da hep istedim. Bu nedenle yüksek lisanslara bakmaya başladım. Bilgi’yi düşünsem de istediğim bölüme mühendislik lisansı ile kabul edilemeyeceğimi öğrenince İTÜ’ye başvurdum ve kabul edildim. Tasarım kültürü ve araştırması konusunda oldukça şey edinmemi sağladı. 2013’te başladığım yüksek lisans türlü ülke şartları nedeniyle 2019’da bitti. Tezimi geç yetişkinlerin Facebook kullanımı üzerine yaptım. Okul bitse de İTÜ ile bağım bitmedi, iyi ki de devam ediyor.

Komik bir şey: Yolumun doğru olduğuna çevremin inanması para kazanmam veya İTÜ Endüstri Ürünleri Tasarımı yüksek lisansına kabul edilmem ile olmadı. Arçelik ve Yeşilay ile çalışmam sayesinde oldu. Arçelik’in tüm merkez ve birimlerinin yer aldığı, 600 sayfalık bir iç iletişim sunumu hazırladım. Mühendis olarak stajyerliğini yaptığım şirketin, tasarımcı olarak sunumunu hazırlamak çok farklı bir histi, yol üzeri iyi bir yönlendirme gibiydi. Yeşilay’ın ise merkezleri için bir web sitesi ve bazı sunumlar hazırladım. Evet, Türkiye’de büyük ve bilinir markalarla çalışmak seviliyor, yerleri süpürseniz bile bir aurası var. Dolayısıyla ben de Ayla ve Müslüm’ün yapımcısı gibiydim ve bir ara kartvizitimde unvanımı böyle yazmayı düşünmüştüm: “Arçelik ve Yeşilay’ın tasarımcısı” :)

İşte hayalimdeki kartvizit. Temsili olarak, bir mock-up’ta.

Bu kartın şakası 2018 yılına aitti. Artık liste daha uzun, ekip daha geniş. Türkiye’den Anadolu Efes, Londra’dan ise gizlilik sözleşmesi nedeniyle adını ve kapsamını paylaşamadığım iki önemli global şirketin EMEA’sı var. Şirketlerden biri çoooooook ünlü bir arama motoru, diğeri ise gazlı içecek sektöründe ikinci sıradaki marka var. Kıps:)

Bazen yeni bir yol bulmak gerekir.

İTÜ’de yüksek yaptığım sırada arkadaşlarımın “ajans”ında çalışıyordum. (Ülkede en az müteahhit kadar ajans ve reklamcı olduğunu da söylemeliyim.) Lakin işlerin ve müşterilerin kalitesi artmıyordu, sorunları görüyordum ama çözebilecek yetkide ya da ferahlıkta değildim. Tabi gelir de ayrı bir etken. Ben de tüm emeğimi bırakarak ayrıldım.

Bu da bir yoldan çıkmak idi çevrem için. Ajansta küçük de olsa hissem vardı ve ayrılırsam bunu kaybedecektim. Üstelik ülkede darbe teşebbüsü olmuştu, nereye savrulacağımız belli değildi. Ben mutlu çalışmak, iyi tasarım yapmak için tasarımcı olmak istemiştim. Severek yapmayacaksam mühendislik yapmak daha mantıklı idi. Haliyle yoldan çıkmanın tam zamanıydı!

Doğrusu ayrıldığımda hayalim kendi işimi kurmak değildi. Başka bir yerde de çalışabilirdim. Lakin görüştüğüm yerler, artık şaka gibi gelen maaş ve iş tekliflerinde bulundu. Üstelik beş-altı yıllık tecrübeme, portfolyoma, daha önce masada onların tarafında oturup işe alım yaptığımı da söylememe rağmen… Öte yandan o zaman aralığında beğendiğim stüdyolarla ya da kurumlarla yollarım da kesişmedi. Dolayısıyla kendi kararlarım üstüne kurulu bir “şey” inşa etmek gerekti. Böylece marka kimliği ve arayüz tasarımı odaklı tasarım stüdyosu Baht. 2018’de kuruldu. Birkaç ay içinde ortağım olarak pek sevgilim Fatma dahil oldu. Yıllar içinde organik biçimde ve kendi çizdiğimiz sınırlara göre büyüdük. Şimdilerde 10 kadar kişi, iyi işler üretmek için çalışıyoruz.

Dizi ismi gibi ama değil: Baht’ın Yolu

Baht. Design Studio isminde Taşkışla’nın payı var. Bir derste tasarımda serendipity kavramı üzerine makale okumuştuk. Yani mutlu kaza diyebiliriz. Bu biraz kaderci bir noktadan da olsa baht ile ilişkili.

Baht’ta öncelikle değerlere odaklandık. Web sitemizde de yer aldığı gibi, sadelik, işlevsellik, rastlantısallık temel değerlerimiz. Yaptığımız tüm tasarımlar bununla ilişkili. Bu nedenle “dijital, metaverse, yeni nesil” ya da başka bir trendleşen başlığımız yok. Kendimize “kreatifiz, yaratıcıyız, havalıyız, sanatçıyız” da demiyoruz. (Belli bir yaratıcılık zaten “default” değil mi?) Bizim sorularımız başka: Yeterince sade miyiz, yeterince kullanıcı dostu muyuz? Olası rastlantısallıklara açık mıyız ve bunu keşfedebilecek yetkinlikte miyiz?

Baht’ın rastlantısallık karpuzu. İllustrasyon: Fatma Karslıoğlu

Bir diğer önemsediğimiz şey ise metodoloji. Mesela kimseye “Hallederiz” dememek, ama elimizden geleni yapmak. Ya da “Yaratıcılık belli olmuyor yahu, gece ilham geldi” dememek, bunu bazı şeyler için bahane etmemek. Aksine yaptığımız işlerin prosesi, yaklaşık çalışma takvimi, brief’i, stratejisi belli olsun istiyoruz. Zaten iş sürecimizi de müşterilerimize şöyle anlatıyoruz: Define, Design, Deliver. (Tanımla, Tasarla, Teslim Et.) Bunların ne anlama geldiğini yine web sitemizde anlatıyoruz.

Marka kimliği konusunu anlattığımız bir de kitapçık yaptık. İsmi “Branding Journey Map.” Londra metrosundan esinle metro metaforu üzerinden süreci anlatıyoruz. Karmaşık görünse de çok kullanışlı olduğu kesin. Demiştim, yol metaforunu seviyoruz.

Dediğim gibi hallederiz yok, yalan söylemek yok. Doğruları anlatmak her zaman prensibimiz. Bazen ısrarla müşteri yanlışı seçmek istiyor, onda da parayı veren yanlışı yapabiliyor. Ama bizim içimiz rahat, çünkü doğrunun ne olduğunu söylüyoruz.

Seçici olmak, yoldan çıkmak mıdır?

Ağırlıklı olarak yatırım almış, iş modelini oturtmuş B2B girişimler müşterimiz. Onlar için marka kimliği oluşturuyoruz, yatırımcı sunumları hazırlıyoruz, dijital bir ürün varsa arayüzlerini hazırlıyoruz. İşlerimizi vakit buldukça sitemize ve Instagram hesabımıza arşiv olarak ekliyoruz. Beraber çalışıp, büyüdüklerini görmek, yatırım aldıklarını görmek bizim için de heyecan verici. Çok nadir son kullanıcıya ulaşan proje yapıyoruz. Çok nadir büyük kurumlarla çalışıyoruz.

Bu yolun da yol olmadığını söyleyenler oldu tahmin edersiniz. Ne müşteri gelse kabul etmek, segmentasyon yapmamak da bir Türkiye hobisi. Oysa ki değer sahibi olmak çok kıymetli. Prensipler, yaklaşımlar farklılaştırıyor ve bir kültür yaratıyor. Bu da müşteriden ekip üyesine kadar herkesi etkiliyor.

Nitekim bu kararlı halimiz, özellikle ilk yıllarda bizi maddi olarak zorlasa da şu an daha bilinir ve ne yaptığı anlaşılır bir noktaya getirdi. Çünkü gerçekten “ne iş olsa yaparım” demek, tek iş yapmaktan daha zor zanaat. Bir gün Türkiye’de daha iyi anlaşılır umarım. Full-stack olmaktan, yani çok yönlü çalışabilmekten bahsetmediğim anlaşılıyordur sanırım.

Özetle Türkiye için “specialist”iz. Sadece grafik tasarım yapıyoruz. Sadece marka kimliği ile ilgili çalışmaları ve UI yapıyoruz. Sosyal medya yönetimi, prodüksiyon, marketing, baskı gibi hizmetlerimiz yok. Hem teknoloji şirketine hem de köşedeki kebapçı zincirine çalışmıyoruz. Bunların hepsini iyi yapmak için gerçekten kalabalık ekiplerden oluşmalıyız bize göre.

Öte yandan, bir süredir Londra’da yaşıyorum ve stüdyoyu da Londra ve İstanbul merkezli, farklı lokasyonlardan müşterilerinin olduğu bir noktaya getirmeye çalışıyoruz. Burada bazı görüşmelerde bizi fazla “generalist” buldukları da oldu. Örneğin burada sadece içki markalarına ambalaj çalışan ajans var. Ne kadar spesifik değil mi?

ThirstCraft. Kendini “ Strategic drinks packaging design agency” olarak tanımlıyor.

Türkiye’deki çok yönlülük hayatta kalma güdüsünden geliyor olabilir. Ama yön arttıkça, hele ki yeterli insan gücü yoksa sonuçlar vasatlaştırıyor.

Londra: Bu sefer yoldan çıkan biz değiliz.

Londra’ya gelmek yoldan çıkmak değildi sanki. Ya da ülke yoldan çıktı, biz dışarıda kaldık, emin değilim. Tahmin edeceğiniz pek çok sebep nedeniyle rota yeniden oluşturuldu ve biz ücretli yola girip Londra’da bulduk kendimizi.

Şu an Türkiye, Hollanda, Amerika ve İngiltere’den müşterilerimiz var. Daha önemlisi küçük de olsa viktoryan bir evde yaşayıp, elektrikli bisiklet kullanmak, parkta yürümek güzel şeyler. Daha sakin. Ve çok farklı şeylere aniden erişebileceğiniz bir noktada. Komşum parkta çok sevdiğim bir indie müzik grubunun konseri olabiliyor, müzede bir anda kitaplardan bildiğim bir Rembrandt ile karşılaşabiliyorum. Her şey iş değil ya:)

Ve İstanbul kısa sürelerle gelince daha bir güzelleşiyor turist gözüyle.

Her şey iş değil ama tasarıma dair müzeler çok güzel! Soldaki Londra’daki ilk günlerimiz, “Brand Museum” önü. Sağdaki ise daha yakın zamandan “Design Museum”da bir duvar.

Özetle: Yollar, yollar beklediğim… Yollar asfalt kader! mi?

Biraz toparlarsam, yol boyunca keskin kararlar almak gerekebiliyor, inandığınız yoldan ilerlemek önem taşıyor. Herkesin bir yorumu var ama bunun doğru olduğunun bir kanıtı yok.

Kulaktan dolma bilgiler, öğrenilmiş çaresizlikler, genel teamüller ile dolu herkes… Onlara kalsa ben ÖSS sonucuma göre mühendis olmalıydım, olmadı büyük bir ajansta çalışmalıydım, olmadı küçük ajansımdan ayrılmamalıydım, zaten belli bir alana odaklanan etik ve doğrucu stüdyom batabilirdi… Bu nedenlerle dinlemek ama kendi şartlarında kendi doğrunu aramak önemli.

Konuşma içinde bir sürü kelime de bu nedenle benim için tırnak içinde. Gerçekten içini dolduranın çok az olduğu, daha çok her şeyin lafta kaldığı kelimeler “Ajans, kreatif ekip, sanat yapmak, dijital, yeni nesil…” Bu listeyi el birliği ile daha da artırabiliriz. En basitinden “Adobe programlarına hakim olmak” da bir boş ifade. İyi tasarım yapmaya hakim olmalıyız. Adobe bir araç, kalem de araçtı örneğin, taşa kazımak da. Aracı iyi bilmek önemli ama aslolan araç değil. (Bunun için yazımı da buraya bırakayım.) O yüzden sonuca odaklanmak yerine, nedenleri anlarsak daha iyi olabileceğine inanıyorum.

Bununla beraber başka kavramları tartışabiliriz. Etik tasarım, tutarlı görsel dil, sürdürülebilir tasarımlar, tasarımı demoktratikleştirmek…

Yoldan çıkmak illa şarampole yuvarlanmak değildir. Başka bir yola dönmek de olabilir, bir köy yoluna sapmak da. Yolun asfalt olmaması yanıltıcı olmasın.

Dinlediğiniz için teşekkürler, yolunuz, bahtınız açık olsun!

--

--

Sener Soysal
Sener Soysal

Written by Sener Soysal

Görsel İletişim Tasarımcısı, Editör, Sanatçı, Dayı ve Amca. www.baht.design www.ortaformat.org

No responses yet